Söz edimleri kuramı dil fenomenine performatif açıdan yaklaşan toplumsal olguları gündelik yaşamın kendi bağlamı içinde ele almaya çalışan önemli 20. yüzyıl felsefi eğilimlerden biridir. Bu kurama göre dil, toplumsal bir fenomen olarak insanlar arası etkileşim ihtiyacından doğan pratik bir fenomendir. Toplumsal temelli kurumsal yapılarsa varlıklarını ve varlıklarının devamını dile borçludurlar. Dilin böyle bir toplumsallığının yanında toplumu aşan, her türlü bireysel müdahalelerle birlikte önceden tasarlamaların hepsine direnen aşkın bir yönü de vardır. Dil, aynı zamanda yönelimsel formların da taşıyıcısıdır. Bu durum onun bir sembolizm formu olmasından kaynaklanır. Yani dilin bir sembolizm formu olarak bir şeyi temsil ediyor oluşu onun özsel bir özelliği değil bizim zihnimizin yönelimselliğinin bir sonucudur. Bizzat Searle’e göre filozofların sosyal olguları tam anlamıyla açıklamadaki başarısızlıklarının nedeni, onların söz edimleri kuramına ait kavramların bilgisine sahip olmamalarıdır. Dolayısıyla bu makale, böyle bir misyon yüklenen söz edimleri kuramıyla Deleuzecü dil anlayışı arasında birtakım ilgiler kurma amacındadır. Mesela söz edimleri kuramındaki dilin performatifliğinin onun bedenselliğine, performatiflerin önermesel yönlerininse dilsel sembolizme yönelik olduğuyla Deleuzecü dil anlayışındaki dilin bir beden oluşu ve onun aynı zamanda dilsel bir sembolizm biçimi olarak anlaşılması arasında bir benzerlik görülebilir. Aynı şekilde söz edimleri kuramında dilin bir uzlaşı sistemi olduğu kabulüyle Deleuzecü anlayıştaki bu dilsel uzlaşının dilin sınırlarına gönderme yapması arasında da bir ilgi kurulabilir. Ve yine söz edimleri kuramındaki dilin konuşanla dinleyen arasında gerçekleşen aktüel bir iletişim biçimi olduğu inancının bir sonucu olarak dilin temsil yönüne bağlı bir takım politik ve güç ilişkileri temelli fonksiyonu ile Deleuzecü dil anlayışındaki dilin, gramerin ve dili kullananlar arasındaki güç ilişkileri durumları arasında bazı ilgiler kurulabilir. Söz edimleri kuramında oldukça önemli olan yönelimsellik, edimsellik, yinelenebilirlik/dile getirilebilirlik ilkesi gibi kavramlarla Deleuzecü düşüncedeki emir sözlerin işlevleri, yersiz yurtsuzlaşma gibi kavramlar arasında birçok benzerlikler bulmak mümkündür. Bu çalışma, bu açıdan söz edimleri kuramı ile Deleuze’ün dil anlayışı arasında karşılaştırmalı bir ilgi kurma denemesidir.
Speech acts theory is one of the important 20th century philosophical tendencies that approaches the language phenomenon from a performative perspective and tries to handle social phenomena within the context of daily life. According to this theory, language is a practical phenomenon arising from the need for interaction between people as a social phenomenon. Socially based institutional structures owe their existence and continuation to language. In addition to such a sociality of language, it also has a transcendental aspect that transcends society and resists all preconceptions as well as all kinds of individual interventions. Language is also the carrier of intentional forms. This is because it is a form of symbolism. In other words, the fact that language represents something as a form of symbolism is not an essential feature of it, but a result of the intentionality of our mind. According to Searle himself, the reason why philosophers fail to fully explain social phenomena is that they do not have knowledge of the concepts of speech acts theory. Therefore, this article aims to establish some connections between the theory of speech acts, which undertakes such a mission, and the Deleuzian understanding of language. For example, a similarity can be seen between the fact that the performativity of language in the theory of speech acts is directed towards its corporeality, and the propositional aspects of performatives are directed towards linguistic symbolism, and the fact that language in the Deleuzian understanding of language is a body and is also understood as a form of linguistic symbolism. Likewise, a connection can be established between the acceptance that language is a consensus system in the theory of speech acts and the fact that this linguistic consensus in the Deleuzian understanding refers to the limits of the language. And again, as a result of the belief that language in the theory of speech acts is an actual form of communication between the speaker and the listener, some connections can be established between some political and power relations-based functions of the language depending on the representation aspect and the power relations between language, grammar and language users in the Deleuzian understanding of language. It is possible to find many similarities between concepts such as intentionality, performativity, repeatability/expressibility principle, which are very important in the theory of speech acts, and concepts such as the functions of imperative words and deterritorialization in Deleuzian thought. In this respect, this study is an attempt to establish a comparative relationship between the theory of speech acts and Deleuze's understanding of language.