İKSAD YAYINEVİ, Ankara, 2023
Akıl
ve din terimleri, İslam düşüncesinin erken dönemlerinden itibaren, modern dönemleri
de içine alacak şekilde insanoğlunun zihnini meşgul eden iki temel olguyu ifade
eder. Daha genel olarak düşünüldüğünde bu problem felsefe-din ilişkisinin
tartışma alanına giren bir konudur. Felsefe ile din, Ontolojiden epistemolojiye, etikten estetiğe kadar belli
önermeler ve hükümler bütününe sahip olan bu iki alan, insanlık tarihi
içerisinde çeşitli açılardan ele alınıp incelenmiş, onların mahiyet ve
keyfiyetleri konusunda birtakım görüşler ileri sürülmüştür. Felsefe ile din
gerçeğini müstakil olarak anlamaya ve izah etmeye çalışan düşünürler, birbirleriyle paralellikler
arz edebilen bu iki alanın nasıl bir münasebet içerisinde olduğunu ortaya
koymaya çalışmışlardır. Özellikle
Gazali’nin Meşşaî filozofları ağır bir şekilde eleştirmesi ve dini açıdan töhmet
altında bırakması, İslam düşüncesinin seyrinin akıl alanında görece daralmasına
ve akıl konusunda daha mesafeli bir tutumun benimsenmesine sebep olmuştur. Daha
sonra böyle bir düşünce ortamda yetişmesine rağmen İbn Rüşt’ün akıl-vahiy
ilişkisi konusundaki yaklaşımının mevcut anlayışları değiştirmeye ve doğrudan
Kuran metnine yapılan referanslarla bizzat Kuran’ın öngördüğü çerçevede bir
akıl-vahiy ilişkisi tasavvuru geliştirmeye matuf düşünceler ortaya koymaya
çalıştığı görülmektedir.
Düşünce tarihi göz önünde bulundurulduğunda
beşerî akla dayanan felsefe ile ilâhî vahye dayanan din arasındaki ilişki
konusunun çok eskilere dayanan kadîm bir problem olduğu görülmektedir. Akıl-vahiy,
akıl-nakil, felsefe-din ve din-bilim ilişkisi gibi çeşitli tabirlerle ifade
edilen bu mesele, farklı gelenekteki düşünür ve filozofların tartışma konusu
olduğu gibi, islam düşünürleri ve filozoflarının da temel problemini teşkil etmektedir.
Hatta denilebilir ki bir yönüyle İslam tefekkür tarihi, akıl ile vahiy, felsefe
ile din arasındaki ilişkinin bir serüveninden ibarettir. Açıktır ki fıkıh,
kelâm ve felsefe gibi muhtelif disiplinler içerisindeki ekollerin ve
mütefekkirlerin bu konuya yaklaşımı ve ulaştıkları sonuçlar bazı farklılıklar arz
etmektedir.
Bilginin
kaynağı ve sınırları hakkındaki epistemolojik tartışmalar felsefede en fazla üzerinde
durulan konular arasında yer almaktadır. Akıl ve duyu verilerinin yanı sıra
vahyin üçüncü bir bilgi kaynağı olarak kabul edilip edilemeyeceği meselesi,
teolojik düzlemde gerçekleşen felsefi tartışmalara konu olmuştur. Vahyin bilgi
kaynağı olarak kabul edilmesi, akılla ulaşılan verilerle vahyin bildirdikleri
arasındaki ilişkinin nasıl açıklanacağı problemini doğurmuştur. Bu sorun farklı
geleneklere sahip filozoflar tarafından ele alınmış, değişik yaklaşım tarzları
ortaya konmuştur. Bazı filozoflar akıl ile vahyin birbirini dışladığını
söylerken, başka bir kısım filozoflar akıl ile vahiy arasında çelişki
olmadığını, son tahlilde bunların birbiriyle uyumlu olduğunu ileri sürmektedir.
Bu çalışmada, aynı gelenek içinde, farklı dönemlerde yaşamış bir bakıma birbirinin
devamı olan anlayışları okuyucuların dikkatine sunmaya çalışacağız. Bu
anlayışlardan biri Bağdat merkezli Meşşaî felsefenin diğeri ise daha sonra
gelişen ve İsfahan ekolü olarak bilinen İşraki felsefenin akıl ve din
anlayışlarını ortaya koymaya gayret göstereceğiz. Bunu yaparken, tarihsel
olarak önce gelenle sonradan oluşan görüşlerin son dönem İslam düşüncesine nasıl
yansıdığını göstermeye çalışmaktır.